Kralın Aşkı: “de Clerambault Sendromu (Erotomani)”

Konu aşk olunca yapılabilecek alıntıların ardı arkası kesilmez. İletişimin başlamasıyla aşkı tarif etme çabası başlamış, yüzlerce yıl boyunca insanlar en güzel tanımı yapma çabasına girişmiştir. Kimileri varlığını reddetmiş, kimileri hayatın amacı olarak görmüştür; kimisi yeryüzünde cenneti yaşamak olarak adlandırmış, kimisiyse hastalık olarak.

Bu gün ben de aşkın, hezeyanla kesiştiği noktayı: 1885’te tanımlandığında “Erotomani” olarak tarihe geçmiş bundan 50 yıl sonra hastalığı tanımlayan doktorun millettaşları tarafında 1935’te tanımlayıcısının ismini almış “de Clerambault Sendromunu” size aktaracağım.

de Clerambault Sendromu; genelde genç ve düşük sosyoekonomik düzeyde kadınların, yüksek sosyoekonomik seviyedeki erkeklerin kendilerine aşık olduğu sanrısına (erkeklerde ise aşırı güzel kadınların kendilerine aşık oldukları sanrısı vardır) kapılmalarıyla karakterize delüzyonik bir sendromdur. Sendrom bir kaç hafta ile bir kaç ay arasında sürebilir. Bazı durumlarda hastanın sahip olduğu delüzyon bireyler arasında transfer edilebilir.

Kökünü aşk tanrısı Eros’tan alan erotomani tabiriyse, geçmişi uzun ve radikal değişimler geçirmiş bir tabirdir. 18. yüzyıl ortalarına kadar, yoğun hissiyatlı fakat karşılığı olmayan hastalıkları belirtmek için kullanılırken daha sonra anlam değişikliğine uğrayarak, günümüzde nemfomani diye tabir edilip, kadındaki veya erkekteki aşırı cinsel dürtüyü ifade etmeye başladı. Clerembault’dan yarım yüzyıl kadar önce erotomani somatik bir hastalık sınıfından çıkarak akli bir hastalık haline geldi. Önceleri platonik aşkı tarif eden bu kavram “başkasının kendisine aşık olduğuna dair” kuruntuya dönüştü.

Aşk Tanrısı Eros

Sendromu daha yakından tanıyabilmek için Doktor Clerambault’un hastalarından birisine bakmamızda fayda var. 4 Aralık 1920‘de Paris’li genç bir kadın metrodan inerek iki polis memuruna bazı adamlar tarafından takip edildiğini ve diğer yolcuların kendisiyle alay ettiğini anlatır. Polislerin ciddiyetsiz tutumundan dolayı sinirlenen kadın polislerden birini tokatlar. Gözaltına alındıktan sonra psikiyatrik kriz merkezi Infirmerie Speciale’e götürülür. Merkezde bir adamla görüştükten sonra adamın aldığı kısa notlarla birlikte psikiyatri enstitüsü Sainte-Anne’e sevk edilir. Notta kadının İngiltere kralının kendisine aşık olduğuna ve birtakım yabancıların sahip olduğu paraları çalmak istediğine inandığı yazar.

Enstitütü’de kadını muayene edecek kişi hayatını erotomaniye adamış, bu alanda tanınmış doktor Clerambault’dan başkası değildi.

Gaëtan Gatian de Clérambault

Kadının durumunun ciddiyeti girdiği muayene sonrasında geçmişi sorgulandığında anlaşıldı: İki senedir İngiltere Kralı V. George’un kendisine hayran olduğunu düşünüyordu. Anlaşılan Kral 1918 yılından beri gönderdiği gizli mesajlarla kendisine kur yapıyordu. Hatta kral son zamanlarda işleri ilerletmiş etrafına gizli kılıklarda insanlar yollatarak kendisini takip ettirmeye başlamıştı. Bu kişiler genelde denizci veya turist kılığındaydılar. Ve kadın bunları çok geç fark etmişti. Geçmişi düşündüğünde bunlar gün gibi açıktı.

Ayrıca kendisi de aşıktı Kral’a. Ancak ona naziklik yapmaya çalışırken Kral’ın onu sevmediği izlenimine kapılmasına sebep olmuştu. Pişman olduktan sonra aslında mutlu olmanın kolay olduğunu fark etti. Kral’a açılıp mutlu bir şekilde yaşamaktan başka çaresi yoktu. Bu sebeple Kral ile konuşma umuduyla derhal Londra’ya gitmiş, günlerce Buckingham Sarayı’nın etrafında dolaşıp durmuştu. Sonuçsuz kalan çabası sonucunda öfke içinde Paris’e dönmüş ve metro istasyonunda polise tokat atmıştı.

Clerambault hastasının “erotomani” diye adlandırdığı rahatsızlıktan mustarip olduğunu açıklar. Doktora göre kadın başta büyüklük kuruntusu olmak üzere rahatsızlığın tipik özelliklerini gösteriyordu: “Aşk objesi” her zaman zengin ve itibarlı biriydi. Hastaya göre “aşk objesi” ilk adımı atan taraftı, kendisi yalnızca bu adıma cevap veriyordu. Adam yalnızca onun anlayacağı işaretler yollayarak iletişim kurar ve sahip olduğu konumdan ötürü ilan-ı aşk yapamazdı.

Bu paterni başka hastalarda da keşfeden Clerambault aynı sene, 1920’de bugün “Clerambault Sendromu” olarak bilinen bir düzine vakayı değerlendirdiği makaleyi kaleme aldı.

Clerambault tarafından kullanılan tanı kıstasları ise aşağıdaki gibiydi:

  • 1-Biriyle aşk ilişkisi içinde olduğuna dair hayali bir inancı var
  • 2-Bu kişinin yüksek bir sosyal statüsü var
  • 3-İlk olarak karşı taraf aşık oldu
  • 4-İlk olarak karşı taraf kur yaptı
  • 5-Kuruntu aniden başladı
  • 6-Kuruntu nesnesi hep aynı
  • 7-Nesnenin ilgisizliği ya da ters tepkileriyle ilgili hastanın bir açıklaması var
  • 8-Rahatsızlığın seyri kronik
  • 9-Halüsünasyon yok.

Vakalar biriktikçe ve hasta kişilerin kaydı daha iyi tutuldukça tanı kriterleri zamanla değişti. Tanı kriterlerinin değişmesindeki temel neden hastaların çoğunlukla paranoyak şizofreni, manik-depresif bozukluk gibi eşlikçi hastalıklara sahip olduğunun ortaya çıkmasıydı. Hatta katıksız erotomanili bir hasta o kadar nadir görülüyordu ki bazı doktorlar böyle bir şey olmadığını ve erotamanin eşlikçi hastalığa sekonder geliştiğini düşünüyordu.

Bugünse Clerambault sendromunu koymak için aşk objesi olan hezeyanın görülmesi yeterlidir.

İpek Fetişi

Erotomani bahsi bitti ancak Dr. Clerambault hakkında dikkatimi çeken iki konudan daha bahsetmek istiyorum: İpek fetişine sahip insanlar ve Clerambault’un intiharı.

İnfirmerie dönemin popüler hastanelerinden birisiydi. Yan kesiciler, uyuşturucu bağımlıları, hezeyanlı hastalar ve fetişistler buraya gelirdi (fetişizme eskiden hastalık gözüyle bakılması bana garip geliyor). İnfirmerie’de popüler bir doktor olan Clerambault bizlere bir hastalık paternini daha anlattı: Clerambault bu paterne sahip 4 kadın hastadan bahseder. 4 kadında ipekli kumaş çalmaktan defalarca cezaya çarptırılmıştı.

V.B. isimli kadın sorgulaması ardından İnfirmerie’ye nakledildi. Baskı yapılınca ağladığı için ifadesi bölünen ve uzayan kadın, ifadesinin sonunda ipekli kumaşı masturbasyon yapmak için kullandığını itiraf etti. Diğer kadınlar da aynı nedenden dolayı ipekli kumaşları çalmıştı. Kadınlar bir kıyafet mağazasına giriyor, ipekten imal edilmiş bir parça eşyayı kapıp soyunma odasına ya da asansöre dalıyor, burada ipekli kumaşı tatmin olana dek cinsel organlarına sürtüyorlardı.

Dört vaka arasında başka benzerlikler de vardı. İpeğin çalınmış olması cinsel uyarım için elzemdi. İpek hırsızı kadınlar arasında elinin altında istemeyeceği kadar ipek olan bir terzi de vardı. Kadınlar orgazm olduktan sonra ipeğe olan bütün ilgilerini yitirerek ya yere atıyor ya da bir kapı arkasına savuruyorlardı. Kadınların dördü de daha önceden evlenmiş ve olayların olduğu zamanda yalnızlardı. Dört kadın da kocalarından tiksiniyor, onlarlayken cinsel haz yaşayamıyorlardı. Onlara göre ipeğin dokusunda hatta ve hatta sesinde bile erotizm vardı.

Dr. Clerambault bu 4 kadına iğreltiyle yaklaşıyordu (veya öyle gözükmek istiyordu). Notlarında “histeri” tanısı koyduğu bu dört kadından ikisinin eşcinsel düşüncelere sahip olduğu notunu düşmüştü. O dönemde tek başına kadınların masturbasyon yapması onları sapık ve hastalıklı olarak fişlenmesine sebep olurken eşcinsel düşüncelerin Avrupa’da ağır cezası olan bir eylem olduğunu unutmamakta fayda var.

Clerambault bu kadınları “hastalıklı ve karakter olarak sapık kişiler” olarak tanımlamış, hatta bu kadınlardan birisi sürgüne gönderilirken hiçbir itirazda bulunmadığı gibi V.B. 20 ay hapis cezasına çarptırılınca yalnızca not defterine kaydetmekle yetişmişti.

Bu olaylardan yıllar yıllar sonra Fas’a giden Clerambault yerli kabilelerin fotoğraflarını çekmeye başlamıştı. Bu fotoğrafları herkesten gizlemiş ve ölümüne kadar ortaya çıkmamıştı. Hatta çok yönlü bir doktor olan Clerambault bu fotoğrafları Güzel Sanatlar Akademisinde verdiği derslerde dahi saklamıştır.

Öldükten sonra Clerambault’un evine göz atılırken çeşitli gerçekler açığa çıkar. Ortaya çıkan fotoğraflarda oryantal elbiselere ve peçelere duyulan tutku göze çarpar. Ayrıca evinden metrelerce ipek, kadife, saten vb. çeşitli kumaşlar çıkmıştı. Ölümünden sonra Clerambault’un Güzel Sanatlar Akademisinde giydirdiği modellerle konuşan arkadaşları doktorun parmakları arasında kayan kumaşın verdiği histen zevk aldığını öğrendi.

Clerambault’un Çektiği Fotoğraflardan Bir Tanesi

(Burada bir ara yorumda bulunmak istiyorum: Bilim yapma amacında bir insan olarak -doğal olarak- ilhamımı her zaman kendi yaşamımdan alıyorum. Bir şeylere açıklama getirmeye çalışırken mecburi olarak duygularımı ve perspektiflerimi kullanıyorum. Her bireyde olduğu gibi bende de kendime dair tiksindiğim özellikler var. Hatta bu özellikleri her zaman başkalarında arıyor, buluyor ve yalnızlık hissiyatımı bastırıyorum. Hatta bazen hezeyana gelerek bu özelliğin bende olduğunu bile unutabiliyorum. İnsan aradığını bulur, bulduğuna açıklama getirir ve kendini kandırır. Bende bu durumda olduğumun farkındayım. İnsanlara sahip olmadığı özellikleri atfetmek istemesem ve bunla savaşsam da insan olmanın getirdiği öznellik dezavantajına sahibim. Kendime karşı verdiğim bu vicdani savaş inanıyorum ki Dr. Clerambault’un içinde bir yerlerde de vuku bulmuştur.)

Clerambault’un İntiharı

1919 yılında Clerambault’un sohbet ortamında intihar bahsi açılmıştı. Clerambault -benim de altına imzamı attığım- düşüncelerini

“İşim için yaşıyorum ve sanata aşığım. Şayet kör olursam neler olacağını bir düşünün! Farz edin ki hayatımın değeri kalmadı ve intihar ediyorum. Bu benim deli olduğum anlamına mı gelir?”

diyerek dile getirmişti. Bu sohbet ortamının ardından 15 yıl geçmiş Clerambault’un sağlığı elinden gitmişti. Artritinden dolayı ağrılar çekiyor, görüşü zamanla kayboluyordu.

Son bir kitap yazmaya karar verdi ideallerin dünyasında insanlığın sonuna kadar var olmak için. Ancak kitap çok yavaş ilerliyordu. Bir gün kağıtları bir kenara itti ve gerçeği kucaklayarak “Ben bitmiş bir adamım.” dedi.

16 Kasım Cuma günü öğleden sonra ders vermek için İnfirmerie’ye gitti. Yeni dönemin ilk dersiyle ilgili duyuruyu asmayı unutmuşlardı. Sınıf neredeyse boştu. Clerambault ertesi sabah can dostu Brousseau’ya aceleyle, ipe sapa gelmez bir mektup yazdı ve ardından vasiyetini tamamladı. Fotoğraf koleksiyonunu çeşitli etnografya müzelerine bağışladı. Herkesten af diledi. Ardından tabancasını aldı ve bahçeye çıkarak hizmetkarına silah sesi duyarsa telaşa kapılmamasını söyledi. Birkaç el ateş ettikten sonra yukarı çıktı, dolap aynasının karşısına bir sandalye çekti. Sandalyeye oturduktan sonra tabancanın namlusunu ağzına yerleştirdi ve fiziksel dünyadaki varlığı son buldu.

Ben de Clerambault gibi intiharın her zaman sağlıksız bir karar olarak düşünülmesini saçma bulmaktayım. İntihar düşüncelerinin veya intihar denemesinin her zaman semptom veya patoloji olarak kabul edilmesi bana çok yanlış geliyor. Kimsenin ne yaşadığını bilmiyoruz. Bazı insanlar fiziksel kronik acılarla yaşıyor, uykunun mümkün olmadığı çevresinden bir köpek kadar değer görmediğini hissettiği. Bazıları açlık ve borçla boğuşuyor.

Her şeyin çözümü olduğu Polyannacılığını bırakıp gerçekleri kabul etmemiz gerek. Bazı şeyler çözümsüzdür. İnsanlığın iyiliği için bireylerin yaşama özgürlüğünün kutsallığını tanıdığımız gibi yaşamama özgürlüğünü de kabul edelim.

1-De Clerambault Syndrome (Erotomania): A Review and Case Presentation
2- Aklın Çıkmazları -Douwe Draaisma
3 – DSM-V
4-Selfish Passions and Artificial Desire: Rereading Clérambault’s Study of “Silk Erotomania”