İntihar Üzerine

İntihar, tıpta en anlamadığım konulardan birisi olagelmiştir. Tıp camiası bizden herhangi bir birey intihara meyilliyse/planlıyorsa onu hastaneye yatırmamızı ve tedavi etmemizi bekliyor. Camiada herkes yaşamayı istemek zorundaymışçasına bir tutum var. Acısız bir ölüm için çaresizce hekimlere başvuran binlerce insana yardım etmek kesinlikle yasak. Ben bunu anlamıyorum, kabul etmiyorum.

Yaşamayı istemek nasıl doğal hakkımızsa yaşamımızı sonlandırmayı istemek de o kadar hakkımızdır. Ölmeyi istemek egonun ve canlılığın kendisiyle çelişen bir durum gibi gözüktüğünü inkar etmiyorum. Neticede evrimsel süreçte intihara meyilli varlıkların eleneceği çok açık. Ancak bu mantık yürütüm süreci primatlar dışında/rasyoneliteye sahip olmayan, her hareketi neden-sonuç ilişkisinde ilk basamakta ve şu anda sınırlı kalmış, içgüdülerle hareket eden canlılar için geçerli olan bir mantık sürecidir. Örneğin bir kedi, önüne koyulan yemeği herhangi bir kaynak analizi yapmadan, yalnızca yemek arama güdüsü bastırılana kadar yiyecektir. Bir insansa bu yemeği yemeden önce kaynak analizi yapacaktır. Deprem altında göçükte kaldıysa elindeki kaynağı maksimum yaşam süresini hedefleyerek, yemek yeme güdülerine karşı alınmış bir kararla, azar azar ve az sıklıkta yiyecektir. İnsanı insan yapan da biraz budur: çoğu kez güdülerimize aykırı olanı seçebilmek-hazzı erteleyebilmek. Daha yaygın bir örnek verecek olursak çoğu kez seviştiğimizde, sevişmenin “kutsal” amacına ters şekilde, çocuğumuz olmasın diye uğraşıyor veya sokakta gördüğümüz her çekici bireyle, onu ne kadar arzularsak arzulayalım, iletişime geçmiyoruz.

Güdülerimize karşı çıkmamız bu kadar yaygın bir olayken konu intihar olunca bu argümanları savunanları anlamak gerçekten çok zor. Yaşama güdüsü de rasyonalite esas alınarak yok sayılabilir. Bunda sıra dışı bir durum yoktur.

Kendinizi bir saniyeliğine tüm kasları felç olan bir insan yerine koyun (bkz: Locked-in sendromu). İnsanları anlıyor, dokunuşlarını hissediyorsunuz ancak hiçbir hareketi gerçekleştiremiyorsunuz. Yaşayabilmek için diğer insanlara bağımlısınız. Böyle bir hayatı yaşamak, kendi bedeninizde hapsolmuş bir şekilde 30 yıl yaşamak ister miydiniz? Ben istemezdim. Senaryoyu bu kadar uçlara vardırmaya gerek yok. Kör olsaydım da, beyin kanamasıyla entelektüel becerilerimde gerileme olsaydı da (böyle bir senaryoda bu karara ulaşabilip ulaşamayacağım meçhul olsa da) veya fiziksel acılar çekmekten bir şey yapamadığım bir hayata mahkum olsaydım da yaşamak istemezdim.

Az önceki Locked-in sendromu örneğimizdeki felçli adam, yaşamak istemediğini bir şekilde doktoruna belirtebilse bile doktorun yapabileceği hiçbir şey yok. İyi kalpli doktorumuz, ülkemiz yasaları çerçevesince hastayı yaşatmak için, zorunda olarak, elinden geleni yapacak ve potansiyel bir zulme seneler ekleyecektir.

Benim hekimlik anlayışıma göre görevimiz hastaların hayatını maksimum yılda yaşatmak değil, olabilecek en mutlu şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Hastasının mutluluk ve uzun yaşam tablosunda ideal dengeyi yakalamaktır. Dünya Sağlık Örgütü çok güzel tanımlamış sağlığı: “Bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam iyilik hali!”

2022 yılındayız, insanlar binlerce senede evrimin seçtiği fizyolojimizin bizim için biçtiği yaşam süresinden çok daha uzun yaşıyoruz. Alzheimer Hastalığı’nın sıklığının 75 yaş üstü için %33 olduğu söyleniyor. Türümüz; vücudumuzun, gezegenimizin sınırlarına doğru son hızla yol alıyor. Bu durumda bile elimizdeki her insanı: “Yaşasın da nasıl yaşarsa yaşasın” mottosuyla yaşatmanın mantığı nedir? Çağımızda niteliğin, açık ara farkla nicelikten önemli olduğu bir paradigmayken konu insanların ölümü olunca neden bu kadar duygusal oluyoruz? Neden ölmek isteyen hiç tanımadığımız insanlara, üstten bir bakış ve samimiyetsiz bir tonla: “Hayır yaşayacaksın, her şey yoluna girecek inan bana!” diyoruz.

Burada istisnalar da vardır. Duygusal hezeyanlar, madde kullanımları, akut psikolojik travmalar bazen Kapasite dediğimiz kişinin karar verme yetisini tanımlayan olguya zarar vermektedir. Böyle durumları da hastayı uzun süreçli akılcı bir muayeneyle değerlendirebilir ve kararının mantık silsilesi içinde alınıp alınmadığına karar verebiliriz.

İntihar her zaman patolojik bir şey olmak zorunda değildir. Rasyonel mantık yürütme süreçlerinin sonucu olarak acısız bir ölüm isteyen insanlara yardım etmemiz hekimliğin görevlerinden olması gerektiğine inanıyorum.