“Bende şizofreni başlangıcı var.” Çoğu insan bu cümleyi en az bir arkadaşından duymuştur. Duymadıysa bile inanıyorum ki herkesin etrafında tüm muhabbetleri bir şekilde kullandığı antidepresanlara veya aldığı psikiyatrik tanı-tedavilere, zafer kazanan bir komutan edasıyla, getiren kişiler vardır.
Bu güne kadar bu cümle kalıbını 18 kişiden duydum (evet saydım). İyimser bir şekilde bu güne kadar bu konuları konuşabilecek yakınlığı paylaştığım 300 kişiyle muhabbet ettiğimi varsayalım; dünyadaki şizofreni prevelansını (görülme sıklığı) (%1) bu sayıyla çarptığımızda çevremdeki şizofreni tanısı almış 3 kişi (ortalama) bulunabileceğini anlarız. Şizofreni “başlangıcı” tanısı aldığını söyleyen arkadaşlarımın epey altında bir sayı.
Ki bu hesaplama saçmadır çünkü hesaplama: tanılı bireylerin, tanıyı benle tanıştıktan sonra alması veya şizofreni tanısı aldığı halde (ne hikmetse) sosyal becerilerinde bir gerileme olmaması(aksi halde muhabbet kuramazdım) (hastaların 1/3’ü normal sınırda sosyal hayat geçirmektedir) ön koşullarından birini gerektirir. Saçma olmasına rağmen bu kaba hesap “başlangıç tanılı” insanların büyük bölümünün yalan söylediğini göstermek için kullanışlıdır.
Ayrıca bu hastaların hepsinin de tam olarak başlangıç tanısına sahip olması da ayrı bir komedi olsa gerek.
Tüm bu hesapları bir kenara bırakır ve klinik psikiyatr gözünden pratiğe odaklanırsak karşınıza bir hasta geldiğinde, bu hastanın şizofreniye sahip olduğunu düşünmeniz için bazı şikayetleri olması gerekir. Tanrıya şükür ki bu gün bu şikayetleri değerlendirebilmek için elimizde DSM isimli bir kitap var.
DSM psikiyatrların kullandığı, psikiyatrik hastalıkların detaylı sınıflama, tanımlama, tedavi gibi yönlerini içeren ana kitap diyebiliriz. Peki bu kitap bize şizofrenli bir kişide olması gereken özellikler hakkında ne söylüyor?
Her şeyden önce delüzyon, halüsünasyon, konuşma bozukluğu, katatonik hareketler ve düşüncelerde bozukluklar içinden en az ikisine 1 ay boyunca sahip olması ve bu belirtilerinin en az 6 ay devam etmesi gerektiğini söylüyor. Kısacası dün sağlamken bu gün psikiyatra giden bir hastanın şizofreni tanısı alabilmesine imkan yok.
Bir de burada dikkat edilmesi gereken en önemli şey ise 3 tanıya gidilebileceği tanılı hasta, takip gerektiren hasta, şizofrenisi olmayan hasta. Şizofreni başlangıcı diye bir şey yok.
Peki arkadaşlarımıza iyimser yaklaşalım ve “şizofreni başlangıcı” tanısını gerçekten aldıklarını varsayalım. Pek tabii psikiyatrımız “başlangıç” ekini hastayı rahatlatmak için söylemiş olabilir veya hastalık henüz prodromal (kuluçka) dönemde olduğu için böyle bir tabir kullanmıştır.
Her şeyden önce şizofreninin semptomlarından hiçbiri hastalığa patognomik (hastalığa özgü) değildir. Yani şizofreni tanısını koyduracak belirli bir semptom yoktur. Ayrıca prodromal dönemde hastaların sergileyeceği semptomlar akla şizofreniden çok anksiyete bozukluklarını getirir. Hiç bir doktor öksüren bir hastada ilk olarak akciğer kanserini akla getirmez.
Pekala hastayı rahatlatmak için söylediği ihtimalini ele alalım. Doktorumuz hastasını çok sevdiği ve kaygılanmasının önüne geçebilmesi için böyle bir şey söylemiş olabilir mi? Öncelikle bu güne kadar gittiğim hiçbir psikiyatr sende şu sorun var diyerek aklındaki tanıyı benle paylaşmadı. Ancak paylaşacak olsaydı herhalde şizofreni gibi ciddi bir hastalığı yumuşatarak söyleyerek benim rehavete kapılmamı veya (hekim açısından) daha da önemlisi kendisini medikolegal bir sıkıntıya sokma ihtimalinin yolunu açmak istemezdi herhalde. Hiçbir doktor evre 4 akciğer hastasına akciğer kanseri başlangıcı var demez diye düşünüyorum.
Umuyorum sizi bu insanların çok büyük ihtimalle yalan söylediğine ikna edebilmişimdir.
Bu insanların niçin yalan söylediklerini düşündüğümde aklıma ilk olarak ilgi görme ihtiyacı geliyor. Bu anlaşılabilir bir şey. Sağlıklı insanların neredeyse tamamı ilgiye muhtaçtır. Ben bu yazıyı ilgi görmek için yazıyorum. Bu ihtiyaca laf atacak değilim.
Hipokondriyalı birey olabilir itirazı gelmeden önce cevap vereyim hayır bu kişiler hipokondriyalı olamaz. Olsa bile bu yalancı oldukları gerçeğini değiştirmez. Çünkü doktor tarafından onaylı tanı aldıklarını söylüyorlar.
Benim canımı sıkan şey bu insanların söylediği yalan ve yalanın herhangi bir kişi tarafından anlaşılabilecek kadar bariz bir yalan olması. Ayrıca yalan söylediklerini düşündüğümü kendileriyle paylaştığımda aynı cevabı alırım her zaman: “Neden hasta olduğum yalanını söyleyeyim?”
Çünkü insanı özel yapan/hissettiren şey toplumdan farklı olan özelliklerimiz. Belli ki sen de bu yönünle özel bir insan olmak istiyorsun denilebilir bu kişilere. İçimizde sıradan bir insan olduğunu düşünen tek kişi var mıdır? Yahut bu sıradanlıktan gurur duyan?
Joker filmini izlerken hastalıklı kişiye imrenen, saygı duyan kişiler aramızda değil mi? Pekala her gün sanki akıl hastalıkları çok matah bir şeymiş gibi “Benden delisi yok.” “Akıl sağlığım yerinde değil.” “Anksiyetem tuttu ya offf…” “Yine depresyona girdim.” gibi sözler sosyal medyada paylaşılmıyor mu?
Hepimiz farklı olma çabasını hayatımız boyunca sergileriz. Bu arkadaşların beni çileden çıkartan özelliği yaptığı veya sahip olduğu şeylerle değil sahip olduğu yalanını söylediği şeylerle farklı gözükmeye çalışması.
Son olarak “psikiyatrik ilaç mümessili” arkadaşlara da değinip ana fikre sahip olmayan yazımı tamamlayacağım.
Psikiyatristler şeker dağıtır gibi ellerinde reçeteler her gelene 5 dakikalık muayene sonrası psikiyatrik ilaç yazıp gönderiyorlar. Öyle ki bu gün geçmişe bakıp kendimi değerlendirdiğimde 3-4 farklı doktorun bana antidepresan reçete ettiğini anımsıyorum. Ben hayatım boyunca hiçbir zaman depresyon yaşamamış bir insanım. Her zaman mutluydum ve hiçbir sorun olmadı hayatımda. Bunlara ve muayenede yalan söylememe rağmen anti-depresan reçete edildi. Hatta bırakmam gelecek kaygısı hissetmemeye bağlı ders çalışamadığım, üzülmem gereken zamanlarda üzülmek yerine üzülmeyi düşündüğüm, duygusuz bir robota dönüşmüş olduğum içindi.
Psikiyatriye gidip de elinde reçete olmadan çıkan tek bir kişi de tanımadım.
Tabi ki doktorun bakması gereken hasta sayısının fazlalığının detaylı muayeneye engel olduğu söylenebilir. Ancak özel psikiyatristlerde de durum değişmiyor. Okulda teorik derslerde önce terapi, sonra farmakolojik tedavi denilen tedavi rejimleri pratiğe geçince birden terapinin unutulduğu şekillere bürünüyor.
Ayrıca farmakokimyasalların, en basitinden anti-depresanların insanları tek düzeleştirdiğine inanıyorum. Bu gün Einstein psikiyatri kliniğine başvursaydı onu evine ilaç vermeden, hastalık tanısı koymadan gönderecek kaç tane psikiyatr çıkardı merak ediyorum?
Her birimiz bizi biz yapan ufak nüanslarla donalıyız. Bazılarımız bir şeyleri kafaya takan yapıdayken bazıları daha tamamen rahattır, bazılarımız extrem sporlardan hoşlanırken bazılarımız 7. kattan aşağıya bakamaz. Her birimiz kendimize özelliklerimiz nezdinde bir yol çizer o yolda yürürüz. Yolda yürürken düştüğümüz zamanlar olur. Bazıları sert düşüşlerdir toparlanmamız zaman alır, bazıları yumuşaktır, bazıları ise bileğimizi kırar medikal destek alırız. Zaman zaman duygularımız değişir neşeyle dolar coşarız, zaman zaman haftalarca yataktan kalkmak istemeyiz.
Uyarayım tekrardan hastalığı hafifletme veya yok sayma gibi bir gaflet içerisinde değilim. Yalnızca bu ilaçların şeker gibi dağıtılması, insanların da bu ilaçları toplumdan farklı gözükmek için peynir ekmek gibi kapışması canımı sıkıyor.
Ayrıca insanların özgürlüklerine karışma niyetinde de değilim. Eylemlerden doktor yönlendirmesi faktörünün kalkması gerektiğine inanıyorum. Umuyorum ilerde psikiyatrlar hastalara daha şüpheci bakar.
Başka bir yazıda antidepresanların etiğini tartışmayı planlıyorum. O güne kadar herkese iyi günler.
1 Response
[…] ciddi hasar verildiği anlaşıldı da vazgeçildi bu uygulamadan. Buna benzer başka şey ise “Bende Şizofreni Başlangıcı Var” yazımda da bahsettiğim üzere psikiyatristler, antidepresanları dağıtmaktan çekinmiyorlar. […]