Bu gün de Alfa Bilim’in yayınlamış olduğu bir kitaba dair yazı yazacağım. Lakin bu yazı biraz daha farklı bir minvalde olacak. Albert Einstein’ın hayatına bir perspektif oluşturacak şekilde, çeşitli Einstein yazılarının derlendiği Benim Gözümden Dünya’dan seçmece sözler yapacağım (Çeviri: Demet Evrenosoğlu). Anlayacağınız derlemenin derlemesi olacak. İlgili arkadaşlara bu kısa eseri okumalarını şiddetle tavsiye ederim.
Bu yazıyı yazarken tek amacım, Einstein kadar yanlış bilinen bir insana (özellikle çevremde Einstein’a karakterine uyuşmayan bir çok özellik atfedildiğini ağlayarak seyrediyorum.); kısa zamanda, kısa alıntılarla olabildiğince geniş bir pencere açarak çeşitli yönleriyle okuyucuya tanıtmaktır. Derlediğim fikirler doğal olarak benim düşüncelerimi de yansıtmaktadır.
3 parçaya böldüğüm akış şeması sırasıyla:
-Genel Perspektif
-Din Üzerine
-Politika ve Askerlik bölümlerinden oluşmaktadır. Herkese keyifli okumalar.
Genel Perspektif
Felsefi anlamda insan özgürlüğüne kesinlikle inanmadığımı belirtmek isterim. Tüm davranışlarımız yalnızca dış baskılarla değil, aynı zamanda içsel zorunluluklar tarafından da yönlendirilir. Schopenhauer’in “İnsan arzu ettiği gibi davranabilir, ancak arzu ettiği gibi arzu edemez.” sözü, gençliğimden bu yana bana her zaman ilham vermiş; hayatın zorlukları karşısında teselli olmuştur.
Sayfa 18
Çoğu materyalist gibi ben de özgür irade varlığını reddetmiş durumdayım. Ancak bu satırları okurken beni içten içe heyecanlandıran, sizle paylaşma isteğimi perçinleyen şey Schopenhauer’in ünlü sözüne yaptığı atıf. Bu söz Einstein’a ilham verdiği kadar liseden beri benim fikir çerçevemi de şekillendirmiş durumdadır.
Bir öğretmenin en önemli marifeti, yaratıcılığa ve bilgiye duyulan hazzı uyandırmaktır.
Sayfa 38
Bu sözü kendi kişisel öğretmenlerim bazında düşündüğümde benim için çok daha özel hale geliyor. Hayatımı değiştirmiş, bu gün olduğum kişi olmamı sağlayan; birisi ilkokulda diğeri üniversitede olmak üzere iki hocam var.
İlkokul 2. sınıftaki Tülay Hocam bir gün sınıfa geldiğinde “Bana bundan sonra her derse başlamadan önce iki soru soracaksınız: Bu dersi neden öğreniyoruz ve nerede kullanacağız?” demişti. Bu iki soruyu ikinci dersten itibaren sormaya başlamış ve kendi içimde bana dönüm noktası olacak bir kültür yaratmıştım. O günden sonra hayatımda karşılaştığım her şeye bu 2 soru temelinde bakmaya başladım.
Diğer hocam ise Üniversite 1. sınıfta mentorluk istemek için kapısına gittiğim Beyin Cerrahi’den İbrahim Hocamdı. Kendisi öncelikle ingilizce seviyemi ölçmüş ardından yeterli görünce bana neuroscience alanı bilgimi 5 adım öteye taşıyacak kitaplar önermişti. Ama bundan daha önemlisi orada bana bazı güncel konulardan bahsederken takındığı tavırdı. Anlattığı şeyleri o kadar aşkla ve heyecanla anlatıyordu ki hiç anlamayan bir insan bile kendini heyecan kaptırmaktan alıkoyamazdı. Onun bu heyecanı bana da bulaştı. Bu iki hocama da bu vasıtayla şükranlarımı sunuyorum.
Sosyal adalete ve toplumsal sorumluluğa olan sarsılmaz inancım, insanlar ve insan topluluklarıyla doğrudan ilişki kurma ihtiyacından beni muaf tutan özgürlüğümle tuhaf bir çelişki içindedir. Ben her zaman tek başıma olmayı tercih ettim; kendimi hiçbir zaman ülkeme, evime, arkadaşlarıma ve hatta aileme bile tam olarak ait hissetmedim. Tüm bu ilişkilerden ısrarla uzak durma isteğim hiç azalmadı ve yalnızlık ihtiyacım her geçen yıl daha da arttı.
Sayfa 19
Bu sözü biraz da beni anlattığı için paylaşmak istedim. İlk okuduğumda bu hislerde yalnız olmadığım için aşırı mutlu olmuştum.
İnsanlar, beni onlara engel oluşturmadığım sürece pohpohlar. Ancak onların işine gelmeyen şeyler için gayret gösterdiğim zaman, çıkarlarını korumak için hemen çamur atmaya ve sövüp saymaya başlarlar. Olaya seyirci kalan korkaklar ise etliye sütlüye dokunmazlar. Ülkedeki insanların medeni cesaretini hiç ölçtünüz mü? Sessizce kabul gören düstur “Hiç karışma ve sesini çıkarma”dır.
Sayfa 83
Einstein’ın 1950’lerde değindiği bu durum, tuttuğu tek taraf bilimsel gerçekler olan ve bildiğini konuşmaktan geri kalmayan insanların; tarihe ve coğrafyaya bağlı olmadan çektiği ortak problemdir. Önceden belirlenmiş tarafın tüm düşüncelerini doğru ve yanlış ayırt etmeksizin tasvip edip, propogandasını yapmadığımız müddetçe; insanların çoğunun nefretini kazanmaktan kaçışımız yok.
Din Üzerine
İnsan korku, ceza ve ölümden sonra ödüllendirileceği umuduyla kendini kısıtlamak zorundaysa, kesinlikle oldukça zavallı bir yolda ilerliyordur.
Sayfa 42
Fiziksel ölümden sonra hayata devam edecek bir birey ise ne anlayabileceğim ne de arzu ettiğim bir durum; bunun gibi düşünceler olsa olsa zayıf ruhların korkularından ve saçma bencilliklerinden kaynaklanıyor olabilir.
Sayfa 19
Bir insanın kendi varoluşunun veya daha genel anlamda yaratılışının amacını ve anlamını bulmaya çalışması nesnel açıdan bana her zaman saçma gelmiştir... Bu anlamda, her şeyden bağımsız, kendi içinde amaç olan şeylere pek de sıcak bakamam. Onları daha ziyade bir domuz sürüsü için uygun olabilecek etik temel olarak görürüm.
Sayfa 18
İlk insanlarda, dini düşünceleri harekete geçiren şey her şeyden çok korkudur – açlık, vahşi hayvanlar, hastalık, ölüm. Varoluşun bu erken döneminde nedensellik anlayışı genellikle az gelişmiş olduğu için insan aklı, irade ve davranışlarıyla bu korkunç olaylara neden olan varlıklar yaratır. Artık amaç, nesilden nesile aktarılmış olan geleneklere uygun şekilde, bu varlıkların gönlünü alacak ve onların ölümlülere iyi davranmasını sağlayacak eylemlerde bulunmak ve kurban sunmaktır. İşte bu bahsettiğim bir korku dinidir. İnsanlar ve korkulan bu varlıklar arasında aracılık yapan ve buradan hareketle, insanlar üzerinde tahakküm kuran, özel bir papaz kastının oluşmasıyla beraber, durum büyük ölçüde istikrar kazanır. Konumu başka faktörlere ya da ayrıcalıklı bir sınıfa bağlı olan lider ya da yönetici ise bu konumu sağlamlaştırmak için dini fonksiyonları seküler otoretisiyle birleştirir veya siyasi yöneticilerin ve papaz kastının çıkarları doğrultusunda hareket eder.
Sayfa 40
Einstein’ın din konusunda Schopenhauer’in fikirlerinden etkilendiğini dikkatli okuyucular kitabın ilerleyen sayfalarından çıkaracaktır. Özellikle doğu dinlerine ayırdığı pasajı doğrudan Schopenhauerci izler taşır. Din konusunda bu görüşe dair ileri okuma yapmak isteyen arkadaşlar için iki kitap önerisi bırakıyorum: Din Üzerine – Schopenhauer (Say Yayınları), Tüfek Mikrop ve Çelik – Jared Diamond (Pegasus Yayınları).
Politika ve Askerlik
Seçme şansım olduğu sürece yalnızca politik özgürlük, hoşgörü ve yasa önünde eşitliğin kural olarak kabul edildiği bir ülkede yaşamayı tercih ederim. Politik özgürlük herkesin politik görüşlerini sözlü ve yazılı olarak ifade edebilmesi, hoşgörü ise tüm görüşlerin saygıyla karşılanması anlamına gelir.
Sayfa 97
“Bu günün Almanya’sında bunlar geçerli değildir.” diye de devam eder. Ben bu gün bu satıları yazsaydım başka bir ülkeden örnek vererek devam ederdim.
Politikadaki sorun ise yalnızca liderlik vasfı taşıyanların yokluğu değil, vatandaşların adalete ve onun bağımsızlığına karşı inançlarının önemli ölçüde azalmış olmasıdır.Böyle bir bağımsızlık anlayışını temel alan demokratik, parlamenter sistem pek çok yerde sarsılmış, insan haysiyeti ve bireysel haklara olan inanç eskisi kadar kuvvetli olmadığı için ortaya çıkan diktatörler hoşgörüyle karşılanmıştır. Koyun sürüsüne benzeyen kitleler gazeteler aracılığıyla o kadar kolay kışkırtılabilir ki, iki hafta içinde bazı kesimlerin beş para etmeyen amaçları uğruna üniformalarını kuşanıp taşkın bir öfkeyle öldürmeye ve öldürülmeye hazır hale gelebilirler.
Sayfa 26
Her sektörde haftalık çalışma saatleri, işsizliğin sistematik olarak ortadan kalkmasını sağlayacak şekilde yasal olarak azaltılmalı ve aynı zamanda asgari ücret, işçilerin alım gücünün üretimle başat gitmesini sağlayacak şekilde sabitlenmelidir.
Ayrıca üreticilerin örgütlenmesiyle tekelleşen endüstrilerde, makul sınırlar içinde yeni sermaye yaratmak ve üretim ve tüketimin yapay biçimde tıkanmasını engellemek için fiyatların devlet tarafından kontrol edilmesi gerekir.
Böylece serbest girişimi çok fazla sınırlandırmadan üretim ve tüketim arasında bir dengeye ulaşmak ve aynı zamanda üretim araçları sahiplerinin, en geniş anlamda ücretli emek üzerinde kurduğu katlanılmaz tahakküme son vermek belki mümkün olabilir.
Sayfa 88
Tipik bir liberalizm anlatısı gördüğümüz bu pasajda Einstein’ın doğasına uygun olarak liberalizmi savunduğunu vurgulamak istediğim kadar ilk paragrafa da ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Bu gün Avrupa Birliği ülkelerinin bazılarına baktığımızda istihdamı ve insandan alınan verimliliği arttırmak gayesiyle çalışma saatlerinin haftada 4 gün 6 saat şeklinde regüle edilmeye başlandığını görmemiz mümkün.
Bu konu beni sürü doğasının o en kötü uzantısına nefret ettiğim askeri sisteme getiriyor. Bir insanın, bir bando ezgisine uygun adım yürümekten zevk alması, onu hor görmem için zaten yeterli bir neden. Belli ki bu insana o koca beyni yanlışlıkla verilmiş; pekala yalnızca bir omurgayla da idare edebilirdi.
Sayfa 19
Pasifizmle ilgili birkaç şey söyleme fırsatı bulduğum için çok mutluyum. Son birkaç yılda gelişen olaylar silahlanmaya ve savaşa karşı mücadeleyi bırakmanın ne kadar gayrimeşru bir tavır olduğunu gösterdi. Öte yandan çok sayıda üyeye sahip büyük organizasyonlar kendi başlarına hedefe ulaşmak için yeterli değildir. Bence bu durumda başvurulacak en etkili yöntem vicdani reddir, organizasyonlar, farklı ülkelerdeki cesur vicdani retçilere maddi manevi destek vermelidir. Bu sayede pasifizm sorununu dikkat çekici, gerçek bir mücadele haline getirebiliriz. Bu hukukdışı bir mücadeledir; ancak hükümetler vatandaşlarından cinayet işlemelerini talep ettiği sürece bu mücadele insanların gerçek haklarını savunma mücadelesine dönüşmektedir.
Sayfa 59
Devletler insanlar içindir, insanlar devlet için değil.
… Bu demek oluyor ki, devlet bizim hizmetimizde olmalı, biz onun kölesi olmamalıyız. Devlet bizi güç kullanarak askeri hizmete ve savaşa katılmaya zorladığında işte bu ülkeyi çiğniyor.
Sayfa 72
Kitapta Einstein’ın vicdani redde sık sık, sıkı vurgular yaptığını görmek mümkün. Bu konuyu alıntılamayı burada kesiyor, ilgili arkadaşları kitabı okumaya davet ediyorum.
Bu gün böyle bir sorun kısmen kalmamış olsa da yazarın dönemi için düşünüldüğünde bu kadar sıkı bir pasifistlik anlaşılabilirdir. Kendi görüşümce askerlik zorunlu değil profesyonel bir meslek olarak icra edilmelidir.
Silah yapımında faaliyet gösteren güçlü sanayi gruplarının dünyanın her yerinde, uluslararası çatışmaların barışla çözülmesini engellemek için ellerinden geleni yaptığını herkes fark etmelidir.
Sayfa 59
Bu alıntıyı Einstein’ın anti-militaristliğini gözler önüne sürmek için olduğu kadar bu gün tüm kahvehane dayılarının ağzına sakız olmuş bu sözü farkında olmadan Einstein’dan alıntıladıkları ironisine dikkat çekmek için de yapıyorum. Ayrıca konuyla alakalı güzel bir film tavsiyesini de buraya bırakıyorum: Lords of War (2005)
Kapanış
Bu durumda araştırmacının faaliyetinin, insan bilgisinin giderek daha küçük bir bölümüyle sınırlaması kaçınılmaz oldu… bilimi bir bütün olarak ele alan üstünkörü, genel bir kavrayışa ulaşmak bile giderek zorlaşıyor. Bu olmadan, araştırmanın ruhu kaçınılmaz olarak sakatlanır ve ilerlemeyi takip edecek gücü kendinde bulamaz… Her ciddi bilim işçisi, araştırmacıyı geniş bir ufuktan mahrum etmekle tehdit eden ve onu bir makine düzeyine indirgeyen bu gayriihtiyari daralışı acıyla fark eder.
Sayfa 30
Buna üniversitelerin devlet yönlendirilmesiyle hareket ettiği gerçeği de eklenince bizim gibi bilimin üniversiteler üzerinden üretildiği coğrafyalarda bilim kapasitesinin düşüşü, genelci bakış açısının kaybolması yüzleşmesi ve değiştirmesi zor bir gerçek oluyor. [Bkz: Schopenhauer – Üniversiteler ve Felsefe (Say Yayınları)]
Bilim yönlendirilmediği ve kişisel merak arzularına hitap etttiği müddetçe bilimdir.
Umuyorum ki yazıyı okuyan kişilere Einstein konusunda bir pencere açabilmişimdir. Herkese iyi günler.
1 Response
[…] Kitaptan daha fazla alıntı yaptığım yazıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. […]